İşçilerin sağlıklı beslenme hakkı - Umut Kocagöz
Türkiye’de işçi ve emekçiler oldukça ciddi beslenme sorunları yaşıyor. Mevcut ekonomik kriz ortamında beslenmek giderek zorlaşıyor. Ya yeterince ya da sağlıklı beslenemiyoruz. Yüzyıllar öncesine göre daha fazla olanak mevcutken milyonlarca insanın yeterli ve sağlıklı beslenme koşullarından yoksun olması elbette ki kapitalizmin gelişim süreci içinde anlaşılabilir.
Kapitalizmin gelişimiyle birlikte yaşanan kentleşme ve nüfus artışı, beslenme meselesini büyük bir toplumsal soruna dönüştürdü. Büyük kalabalıkların kitlesel olarak beslenmesi, gıda üretim, dağıtım ve tüketimini sektörleştirdi. Bu sektörlerde giderek şirketler hakim hale geldi. Böylece, sermayenin kâr ve rant elde edeceği alanlar açıldı. Doğal ürünler yerini endüstriyel ürünlere bıraktı, gıdada sahtecilik (taklit ve tağşiş) durumları oluştu. Beslenme, yaşamı sürdürmek ve sağlığı korumaktan çıktı.
Her insan sağlıklı bir yaşam sürdürmek için beslenmek zorunda. Her gün vücudun ihtiyaç duyduğu karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve mineralleri almalıdır. Bunun dengeli bir şekilde gerçekleşebilmesi için yeterli miktarda besin tüketmelidir. İhtiyaç duyulan günlük kalori miktarı, farklı ürün gruplarının dengeli bir şekilde alınmasıyla karşılanabilir.
Hangi sektörde çalıştığı farketmeksizin, işçilerin büyük bir kısmı beslenmek için değil hayatta kalmak için, karnını doyurmak için gıda tüketmektedir. İhtiyaç duyulan kalori miktarı göz önünde bulundurulsa bile dengesiz beslenmeden kaynaklanan sorunlar artmaya devam ediyor. Ayrıca, ürünler yüksek kaloriye sahip olsa da vitamin, karbonhidrat, yağ ve protein dengesi olmadığında, yahut kötü yağlarla dolu olduğunda, vücut beslenmek yerine zarar görüyor. Bunun temel sebebi, sağlıklı gıda ürünlerine erişmekteki eşitsizliktir.
Gıdaya erişim
Sağlıklı beslenebilmek için, öncelikle sağlıklı gıdaya erişebiliyor olmak gerekir. Gıda aldığımız ve tükettiğimiz yerleri düşünelim. Hane ihtiyaçları için başta semt pazarları, yerel marketler, şarküteri-manav, zincir süpermarketler temel alışveriş yerlerimizdir. Hala bağı olanlara köyden ürünler de gelir. Gün içinde yemek ihtiyacımızı kumanyalar, iş yeri yemekhaneleri, civar lokantalar üzerinden karşılarız. Türkiye’de lokal yemek hizmetleri oldukça gelişkin ve yaygın. Gıda sektöründe de zincir restoranların, fast food şirketlerinin baskın bir yeri var.
Çoğu zaman sofra alışverişi yaparken ürünlerin nereden geldiğine bakmayız. Ucuz olması ilk tercihimizdir. Reklamlar, duyumlar üzerinden aklımıza yerleşmiş markalar vardır. Hepsinin cafcaflı etiket ve ambalajları bize ürünlerin güvenli olduğu hissi verir. Sorgulamayız. Pazarlarda, marketlerde, önümüze gelen ürünler dışında alternatifimiz yoktur. Bunu çoğunlukla düşünmeyiz.
Mesai arası karnımızı doyurmak için tercih ettiğimiz ya da zorunda kaldığımız yemekhane ve civar lokantalarda da bize sunulana mahkumuz. Buralarda yapılan yemeklerde hangi yağ kullanılmış, hangi sebze tercih edilmiş, bilmeyiz. Sağlıklı beslenme ihtiyacımız, bize sunulan yiyeceklere mahkumiyetimiz tarafından belirlenmektedir. Kâr mantığıyla işletilen bu yerlerde sağlıklı beslenebileceğimiz gıdaya ulaşmak pek mümkün değil. Ki yoksulken bunları soruşturmak bile bir lüks olmuştur artık.
Gıda Hakkı
Gıda her insanın temel yaşam hakkıdır. İşçi ve emekçiler olarak evlerimizde, iş yerlerimizde, sağlıklı, dengeli bir şekilde beslenebilmeliyiz. Bunun için sağlıklı gıdaya ulaşabilmeliyiz. Günümüz beslenme sistemleri üzerine yapılan bilimsel araştırmalar, işçilerin gıda tüketirken sağlıklarını yitirdiklerini göstermektedir. Başta diyabet ve kanser gibi çok temel hastalıkların oluşmasında sağlıksız gıda tüketimi önemli bir rol oynamaktadır. Ağır işlerde çalışan işçiler, sağlıksız beslenmekten dolayı pek çok iş kazasına maruz kalmaktadır. İş yerlerinde sunulan sağlıksız öğünler de işçi sağlığını değil patronların kârını hedeflemektedir.
Beslenme kaynaklı hastalıkların uzun sürelerde ortaya çıkması, beslenmenin bir işçi sağlığı meselesi olarak görülmesini zorlaştırmaktadır. Oysa sağlıklı beslenme, bizlerin hem beden sağlığını, hem de sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını doğrudan ilgilendirmektedir. Beslenme, işçi sağlığı ve iş güvenliği (İSİG) kapsamında ele alınmalıdır.
Tarım-Gıda Sistemi
Sağlıklı beslenebilmek için sağlıklı üretilmiş gıdalara ihtiyacımız var. Oysa günümüz tarımı bu ihtiyacı karşılamamaktadır. Küresel dev şirketler tarımı kontrol etmektedir. Bu şirketlerin sattığı tohumlar, ilaçlar, gübreler kullanılarak patronların ucuza mal ettikleri gıda ürünleri üretilir. Bu ürünler sağlık açısından son derece yetersiz olduğu gibi bunların üretim sürecinde kullanılan kimyasallar toprağımızı, suyumuzu kirleterek çok yönlü bir zarara yol açmaktadır. Kullanılan kimyasalların kalıntılarının insanlara geçtiği de bilinmektedir. Şirketler yüzyıllardır üretilen tohumları ortadan kaldırmaya devam etmekte, yerel bilgi ve koşullara uyumlu tarım pratiklerini yok etmektedir. Bu ilişkiler ağı içinde tarım işçileri ve küçük çiftçiler daha fazla sömürülmekte, yerinden edilmekte ve yoksulluğa mahkum edilmektedir.
Üretim sürecine hakimiyet dolaşım ve tüketime hakimiyetle koşullu olarak gelişir. Tekelleşmiş süpermarket zincirleri, yukarıda andığımız şekilde sağlıklı gıdaya erişemediğimiz bir pazara bizi mahkum kılmaktadır. Ayrıcalıklı kesimlere hitap eden “organik” vb. alternatifler de gerçekçi değildir. Bunlar, geniş işçi kesimleri için son derece pahalı olmanın yanında, şirketleşmiş yapısı itibariyle de patronların çıkarına hizmet etmektedir. Hem çalışırken sömürülüyoruz, hem beslenirken sağlığımızdan oluyoruz.
Şirketlerin bize dayattığı gıda sistemi yıkımdır. Bizi sağlığımızdan, doğamızdan, geleceğimizden etmektedir. Beden sağlığımızı koruyacak bir beslenme ihtiyacını giderebilmek temelde kapitalist üretim tarzını ortadan kaldırmakla mümkün olsa da tarımda yerel tohumların kullanılması, ekolojik yöntemlerin geliştirilmesi ve ekolojik tarım-gıda politikası hayata geçirilmesi talebi de bu ortadan kaldırma sürecinden bağımsız düşünülmemelidir.
Kâr ve verim odaklı büyük kapitalist işletmeler yerine, köylülerin ve tarım işçilerinin haklarını, ekolojilerini koruyan müdahaleler sorunun toplumsal üretim boyutunu göz ardı etmeyecek yönde güçlendirilmelidir. Yine, rant ilişkilerinden azade bir dağıtım mekanizması geliştirmenin yolları üzerine düşünmek kritiktir. İşçilerin kendilerinin yönetecekleri, işyeri ve hanelerinde gıdaya erişimlerini kolaylaştıracak kooperatif, dernek vb. örgütlenmeler sermayenin ve devletin üretim ve hareket tarzına dönük toplumsal bir mücadelenin geliştirilmesinde kullanışlı olabilir. Yerelciliği, otonomculuğu idealleştiren, sorunun küresel boyutunu göz ardı eden yaklaşımlara karşı şimdinin ve geleceğin ihtiyacını birlikte ve tutarlı biçimde inşa edebileceğimiz temel bazı talepler geliştirebiliriz. Söz gelişi, temel gıdalar herkesin erişebileceği fiyatta olmalıdır; ekolojik tarım pahalı değildir, devlet şirketlerin tarım sistemine, tohum-tarım tekellerine, zincir süpermarketlere bütçe akıtmaktadır, bu kesilmelidir; kamu kaynakları şirketler değil sağlıklı üretim yapan üreticiler için kullanılmalıdır vb.
Sağlıklı gıdaya erişebilmek için, ücretlerimizin yeterli olması gerekir. Asgari ücret bu şekilde belirlenmelidir. Toplu iş sözleşmeleri bu bakış açısıyla yapılmalıdır. Kamu desteği ile üretim maliyetleri düşürülebileceği gibi, ücretlerin de sağlıklı gıdaya erişebilecek şekilde belirlenmesi gerekmektedir.
Beslenme bir İSİG meselesi olarak ele alınmalıdır. İşçilerin hane içi ve iş yeri beslenmesi bu kapsama dahildir. İşyerlerinde sağlıklı ve dengeli beslenmek bir hak olarak görülmelidir. Kurum beslenmesi uzman desteğiyle, sağlıklı gıda amacıyla düzenlenmelidir. Hane için gıdaya erişim, sağlıklı ve ekolojik bir tarım-gıda politikası uyarınca düzenlenmelidir. Kuşkusuz tüm bu sorunlar üretim araçlarını elinde tutanlarla bu araçlardan mahrum olanlar arasındaki tarihsel çelişkiden kaynaklanmaktadır. Öyleyse nihai amacımızın bu çelişkiyi ortadan kaldırmak olduğunu bilsek de bu amaca içinde bulunduğumuz tarihsel uğraktaki sorunları doğru anlayarak ve güncel hareket tarzımızı bu sorun ve ihtiyaçlara göre tayin ederek ulaşabileceğimizi biliyoruz. Bunun için gıda zorununu da ezilenlerin, beslenme ihtiyaçlarından dahi mahrum bırakılan milyonların yaşamsal, ekonomik ve politik ihtiyaçlarını birbirinden ayırmadan, kısa ve uzun vadede yapılması gerekenleri tutarlı bir birlik içinde üreterek ele almak zorundayız.
Basın Açıklamaları
Neden Sendikalı Olmalıyım?
