Direnişteki DGD-SEN Genel Başkanı Murat Bostancı ile Röportaj
Biz seni tanıyoruz Murat Başkan ama kamuoyuna kendini bir tanıtabilir misin?
Ben Murat Bostancı. 1997 yılından beri farklı işkollarında çalışan bir işçiyim. Son 10 yıldır depo ve lojistik işkollarında çalışıyorum. Ta ki 13 Ekim’e kadar. Bomi Grup beni bu tarihte işten attı. Artık işsizim. Hayatım mücadelelerle şekillendi. İlk olarak 2007 yılında Migros deposunda işçi arkadaşlarla örgütlü hareket etmemizle birlikte benim de hayat mücadelem bir adım öteye taşındı. Migros’ta ciddi bir sömürü ortamı vardı. Migros mağazalarında sendika olmasına rağmen depoda sendika yoktu. Bu dönemde arkadaşlarla yan yana geldik. O dönem bizim iş kolumuzda bulunan Liman-İş yönetimi ile görüştük. Yönetim bizi 1 yıla yakın bir süre oyaladı. Sendikaya üyelik konusunda ısrarcı olmamıza rağmen sendika bizi üye yapmadı. Sonrasında bu girişimlerimiz duyulunca işten atıldık. Sendikaya üyeliğimiz yoktu ve dava açtık. 2009 yılında Ataşehir Migros’un önünde eylemlerimiz oldu. Hukuki yollardan hakkımızı arayarak da işe iadeyi kazandık. Bu bizim için bir başlangıç oldu.
Bu deneyimden sonra arayışınız farklı bir yöne evrildi sanırım. Yanyana gelen depo işçileri olarak ne yapmaya karar verdiniz?
Bu deneyimden sonra mevcut sendikal anlayış, sarı sendikacılık, patron sendikacılığı anlayışının ötesinde bir şey yapmamız gerektiğini anladık. İşçilerinin sözlerinin geçtiği, işçi meclis ve komitelerinde bizim kararları aldığımız, ne sendikaya ne de patrona satılmayacağımız bir sendikal anlayışı arıyorduk. Umut-Sen’le de 2005 yılından bu yana kurduğumuz dirsek teması bize aradığımız zemini sağladı. Bu noktada da biz depo işçilerinin kuracağı bir sendika fikri uzun toplantılar sonucu şekillendi. 3 farklı depoda çalışan 7 arkadaş yan yana gelerek DGD-Sen’i kurduk.
Sen bu süreçte farklı depolarda çalışıyordun. Artık kurucu üye olduğun bir sendika özelinde anayasal hakkını kullanarak örgütlenme faaliyetlerini yürütüyordun. Sonrasında neler yaşadın?
Yöntem Kozmetik depoda bir süre çalıştım. Sendika lafını duyan patronlar beni işten attılar. Bu süreçte eşim ikinci çocuğumuza hamileydi, sigortadan faydalanmam gerekiyordu. Bu sebeple Kiğılı depoya hızlıca girdim. Migros deposu ile karşılıklı burası. Migros’un patronları Kiğılı depoya gelip benim sendika işleri ile uğraştığımı onlara dava açtığımı anlatmışlar, fotoğraflarımı göstermişler. Bunun üzerine 3 aya yakın bir sürenin ertesinde buradan da atıldım. En azından hamilelik sürecinde eşimin bir süre daha sağlık hizmetlerinden faydalanmasını sağlayabildim. Sonrasında NHL depoya girdim buradan da 2 aylık deneme sürecinin ertesinde atıldım. Girdiğim işyerlerinde haklarımızı aramaya yönelik sendikal faaliyet yürütmem beni o depodan bu depoya sürükledi. Ta ki Bomi depoya kadar. 6 aylık çalışma süremin dolmasına iki hafta kala bu işten de atıldım. 6 ayın kanunen kritik bir eşik olduğunu biliyorlar elbette.
Peki, bu kadar farklı depo deneyiminden sonra ne gördün bu depoların çalışma şartları ile ilgili?
Çalıştığım bütün işyerlerinde sorunlar ortak. Esnek çalışma, düşük ücretler, aşırı derecede mesai, şeflerin yöneticilerin işçilere aşağılayıcı küçümseyici davranışları, hukuksuz uygulamalar. Bu tek başına sendika meselesi de değil. İşçiler birlik olmadığı sürece bu düzen böyle devam edecek.
Bomi’de çalışanlar kadrolu mu, taşeron mu? Nasıl bir uygulama var?
Aralarında benim de bulunduğum 40’a yakın işçi kadrolu. Bunun dışında taşeron iki firma var. Çınar ve İdol adlı. Bunlar günlük 15-20’ye yakın yevmiyeli işçi alıyorlar. Genelde öğrenci bu arkadaşlar. Büyük bir çoğunluğu da kadın. Günlük 50TL para alarak inanılmaz bir sömürü ortamının içine düşüyorlar. Tabii bu insanlar evine ekmek götürme derdinde. Patronlar ise kendilerini dev aynasında görüyorlar.
Bomi Grup deposunda gördüklerin, yaşadıkların nelerdi?
O kadar fazla hak ihlali var ki. Aklıma gelen ilk olayları anlatayım. Deponun koordinatörü Metin Nalbant işçilerle her gün toplantı yapıp o günün planlamasını yapıyor. Bu toplantılarda kadın işçilere makyajlarını silmeleri yönünde baskı uyguladığını, hata yaptılar diye aşağılayıcı ifadeler kullandığını, sözlü şiddet uyguladığını gördük. Bu durum müdür Mert Karamustafa ve Türkiye direktörü Zeynep Sidal Uzer’e işçiler tarafından aktarıldı. Tabi kimi kime şikâyet ediyorsun. Her şey eskisi gibi devam etti.
Taşeron firma Çınar’ın yönetiminde bulunan birisi 2 farklı kadın arkadaşa sözlü ve yazılı tacizde bulunmuş. Bu durum Türkiye direktörü Zeynep Sidal Uzer’e aktarıldı. Önce bu taşeron firmaya ödeme yapılmayacağı yönünde tavır aldı kendisi sonra çark etti tabii. Tacize uğrayan kadın arkadaş İdol taşeron firma üzerinden işe gelmeye başladı. Takım lideri Alper Toğuz bu kadın arkadaşın niye diğer firma üzerinden işe geldiğini sordu. Ben de taciz olayını anlattım. Çınar firması işçinin İdol üzerinden işe gelmesini etik bulmamış. Sonuç olarak takım lideri, direktör ve taşeron firmanın işbirliği ile bu kadın arkadaşımız işten atıldı. Buldukları çözüme bak. Meğer bu Alper Toğuz, Çınar taşeron firması üzerinden komisyon alıyormuş. Etik dedikleri böyle bir şey olsa gerek.
Kadrolu çalışan kadın ve erkekler farklı maaş alıyor. Kadınlarla aynı işi yapıyoruz. Bizler daha fazla ücret alıyoruz. Tabii genel olarak maaşlar çok düşük.
Bir gün yemekten pişmiş böcek çıktı. Depo koordinatörü Metin Nalbant böceğin yemeğe düştüğünü iddia ederek olayın üstünü örtmeye kalktı. Bir gün sonra öğle yemeğinde dondurma ikram ederek sus payı vermeye kalktılar işçilere.
Türkiye’de bulunan 3 depoda da İSİG kurallarına uyulmuyor, soğuk hava depolarında tulumsuz uzun süre çalışmaya zorlanıyoruz, bulaşıcı hastalıkların olabileceği makineler bizlere hiçbir önlem alınmaksızın taşıttırılıyor, yüksek raflarda tedbirsiz bir şekilde koliler istiflettiriliyor. Soğuk hava depo tulumlarının olmayışı grip, bronşit ve hatta zatüre olmamıza, başka hastalıkları olanlarında hastalıklarının nüksetmesine neden oluyor. Kullanılmış ve hurdaya gidecek sağlık makinelerinin üzerinde kalan hasta kanında bulaşıcı hastalıklar olabiliyor. Bu konuda hiç bir önlem alınmadan biz işçilerin temas etmesi isteniyor.
Mesai saatleri işe girişte 8:30-17:30 olarak söylendi bize. Sonra Mert Karamustafa bir gün geldi. Büyük bir proje aldıklarını bundan sonra mesai saatleri hafta içi 8:30-18:00, cumartesi de öğlene kadar dedi. Biz buna 8 arkadaş itiraz ettik. İstediğimiz şekilde mesai saati düzenlemesini yaptırdık.
Maaş ödemede yeni bir düzenleme istedik. Asgari geçim indirimi, mesai ücretleri ve maaş farklı tarihlerde ödeniyordu. Biz de her ayın 5’inde tüm bu ödemelerin toplu yapılmasını aksi takdirde istifa edeceğimizi söyledik. Bu düzenlemeyi de yaptırmayı başardık.
13 Ekim Perşembe günü, işten atıldığın gün neler oldu?
Yönetim benim çalışma koşullarına itirazlarımdan rahatsızlık duyuyordu. Sendikal faaliyet yürütüyor olmam ve sendika başkanı olmam da atılma sürecimi hızlandırdı diye düşünüyorum. Yoksa beni en fazla 5-6 ay daha çalıştırırlardı. Perşembe günü depo koordinatörü Metin Nalbant ve İnsan Kaynakları sorumlusu İrem Hanım çağırdılar. Benim bir gün önce mesaiye kalmadığım için sözleşmemin feshedildiğini söylediler. 2 haftalık ihbar süren var, ihbar tazminatı da veriyoruz buraya imza atmanı bekliyoruz dediler. Ben de buna imza atmayacağımı, bunun gerçek neden olmadığını bildiğimi söyledim. Ben bu işyerinde gece 1’lere kadar mesai yaptım. Senelik 270 saat mesai sınırını ben 5.5 ayda fazlası ile geçtim. Yani zaten hukuksuz bir biçimde mesai yaptırıyorlar bir de üstüne mesai gerekçesi ile işten atıyorlar. Esas gerekçenin benim sendika üyesi olmam ve bu sendikanın başkanı olmam olduğunu bildiğimi söyledim. Bunun üzerine Mert Karamustafa’yı çağırdılar. Kendisi benim sendika ilişkimi bilmediğini şimdi duyduğunu söyledi. Metin Nalbant ise benim sendika üyesi olduğumu başından beri bildiğini Netlog NHL’den patronların bunu ona aktardıklarını söyledi. Fakat yönetimin farklı bir kaynaktan bu sendika üyeliğini öğrendiklerini söyledi. Yani mesai bahane, sendika yüzünden atıldın meselesinin itirafı oldu bu son görüşme.
DGD-Sen‘in çok yakın bir zamanda Avon Direnişi deneyimi oldu. Sen de mesaiye kalmadığın zamanlar da başkan olarak geldin direniş çadırında konuştun. Zaten kendini hiçbir zaman saklamadın. Bu farklı kaynak dedikleri Avon’un ve taşeron Klüh’ün patronları olabilir mi?
Olabilir tabii ki. Sosyal medyada sendika ve direniş çok görünür oldu. Dolayısıyla Avon ve Klüh patronlarından da bilgi almışlardır. Sendika hesaplarını takip ediyorlardır. Şimdi koltuklarını kaybetme korkusu yaşadıklarına da eminim.
14 Ekim Cuma günü neler yaşandı?
Cuma günü işe gittim beni içeri almadılar. Sonra ihtarname çekmeye gittim. Cuma akşamı işçi arkadaşlar servisleri beklerken Metin Nalbant sesli bir biçimde Murat Bostancı mesaiye kalmadığı için işten atıldı diye konuşmuş. Bir gün önce sendika araştırması yapan adam bir gün sonra işçilere mesai bahanesini yutturmaya çalışıyor. Sendikayı dillendirmemeye çalışıyor. Bir de içerde 2 arkadaşı hızlıca görevlendirmişler, sendikaya üye olanları öğrensinler diye.
Eşin ikinci bebeğinize hamileyken işten atılma sürecini konuştuk ama aileni de biraz bize anlatır mısın?
2 oğlum var. Tuncay 12, Umut 6 yaşında. İkisi de okuyorlar, eşim çalışmıyor. Eşime işten atıldığımı söylediğimde bu kadar deneyimden sonra şaşırmadı artık. Zorluk yaşayacağımızı biliyor, geçmiş dönemlerde de yaşadık. Ama haklı bir mücadele içinde olduğumu da biliyor. Çocuklar da alıştı artık benim işten atılmalarıma. Arada evde slogan atıyorlar.
Direniş kararını alman nasıl oldu?
Direniş olmadan bu düzenin böyle gideceğini biliyorum. Bu direniş sadece benimle ilgili değil. İçerde çalışan tüm arkadaşların çalışma koşullarını iyileştirmek ve sömürünün son bulması için bu kararı aldım.
Son bir sözün var mı Murat Başkan?
Dünümüzde Migros, Yöntem Kozmetik vardı. Bugünümüzde Bomi var. Geleceğimizde başka başka işyerleri olacak ama biz her yerde direnmeye devam edeceğiz.